26 Mart 2007 Pazartesi

Akdeniz, Ah Akdeniz!


Büyülü bir tarihi vardır Akdeniz’in.. Dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş bir ayrılık ve aynılık barındırır içinde.. Binlerce yıllık tarihinde farklı
kültürlerin buluşması, kaynaşmasıyla zıtların birlikteliği, farklılıkların uyumlu dansı vardır..
Dünyanın bu yaşlı denizinde, dev bir tarih geçmişiyle, kültür birikimiyle iç içe özel bir mutfak gelişmiştir. Bu özel mutfak, ülke ayrımı yapmaksızın bölgesel özellikler gösterir.
Farklı diller konuşan insanların ortak bir tarih geçmişiyle binlerce yıl içinde ne yediklerini, nasıl mutfakları olduğunu bir mikrotarih olarak öğrenmek bize çekici geliyor. İçinde bizim de yer aldığımız bu özel coğrafyada tarih nasıl yaşayan ve sürekli değişen bir varlıksa, değişen ve devinen mutfakları da incelerken heyecanlanıyoruz.

Bugünün tüm yemeklerinin tarih içinde atalarının olduğunu bilmek, sebzelerin, yağın, baharatların ortayaçıkışını, kullanımının yayılması veya yok olmasını,tarımın gelişimini okumak, mutfak kültürünü bu anlamda araştırmak hem önemli, hem de çok ilginç.. Tarih, yalnızca büyük olaylardan, savaşlardan, anlaşmalardan oluşmuyor. Yüzyıllar boyunca bizden önce yaşamış insanlar, tıpkı bizler gibi etten kemikten insanlardı, önce bunu fark etmek gerek.. Bu insanlar da kendi ufak yaşamlarının tarihini yazdılar tarih içinde, aşık oldular, eğlendiler, üzüldüler, çocukları oldu, çalıştılar ve tıpkı bizim gibi, yemek yediler.. Peki neler yediler? Neleri sevdiler? Onların yemekleri ile bugün bizim bildiğimiz yemekler arasında nasıl benzerlikler ve nasıl farklar var? İşte bu mutfak tarihine daldı mı insan, içinden çıkmak zor.. Bu gerçek insan tarihi, büyülüyor bizi..


Pompeii’de binlerce yıl önce Vezüv’ün patlamasıyla lavların altına gömülen ve bugüne kadar taşlaşıp ilk pişirildiği andaki gibi kalan ekmeği kim pişirmişti o gün ve o ekmek nasıl güzel kokuyordu kimbilir? Ya da olduğu gibi bugüne kadar kalanmasadaki yumurtaları kim yiyordu tam o anda? İnsanların işlerin veya görünenin arkasında kalması merak uyandırıyor bizde.. Biraz da bu yüzden Artebella’yı kim yapar, kim üretir, nasıl insanlardır görün istiyoruz..“Transit ombra, lux permanet” yazar eski bir güneş saatinde..Yani “gölge geçer, ışık kalır”.. Yani ışıktır kalan bu dünyada, ışık belki de yapılan iyi şeylerdir, iyi niyetlerdir, iyi yönde çabalardır da biraz.. Pompeii’de hangi fırıncının o sabah nasıl duygularla yaptığını bilemediğimiz ekmeğe hüzünle bakarken, umarız bizim coşkuyla, heyecanla, aşkla yarattığımız ürünlerimizi kimin yaptığını biraz da olsa anlayacaksınız blogumuzda.. Ve biz kendi ürünlerimizi nasıl yemekler haline dönüştürüyoruz, onu da görüyorsunuz, göreceksiniz.. Keyifli, sıcak Akdeniz akşamlarında, zeytin ağaçlarının altında, binlerce yıllık tarihin mirasçıları olarak, geçmişi özümseyip bugünle bitiştirerek hazırladığımız sofralarımızda sizlerle paylaşıyoruz yemeklerimizi.. İnsanoğlunun en temel ihtiyaçlarından birini, hem de en çok haz verenlerinden birini, yani yemek yemeyi bir sanata dönüştürecek yeni sofralarda buluşmak üzere..

2 yorum:

evcilkedi dedi ki...

Yazdıkların çok etkileyici ve çok doğru Pandora. Bir de akdenizin bizim olan kısmına ve o sahillerin bize verdiği ürünlerin kullanımına daha çok değer versek! O bereketli kıyıları yazlıklarla dolsurmasak.... bazı şeylere çok geç kalındı muhakkak ama yine de bugünün miniklerine bir şeyler bırakmak lazım değil mi? Selamlar

pandora dedi ki...

Kesinlikle katılıyorum sana Evcilkedi.. Ama ne yazık ki her zaman her şey bizim istediğimiz gibi olmuyor, bugünün tuhaf arzularıyla insanlar yarını hiç düşünmüyor. Benim de içim acıyor yazlık istilasının giderek çoğalmasından, güzelim mandalina bahçelerinin, mis kokan toprakların, zeytinliklerin bereketinin göz göre göre yok olmasından.. Gerçekten yüreğim acıyor, inan.. Ama ne yapılabilir bu konuda, onu bilemiyorum..